İngiliz Mandası, yıllar boyu süren Arap ayaklanması ve sonunda 1948'de açık savaşa dönüşen Arap-Yahudi gerilla savaşı neticesinde, karmaşık ve kanlı bir şekilde sona erdi. Britanya bayrağı Hükümet Konağı'nın önündeki gönderden henüz indirilmiş, şehrin büyük bölümünü birbirinden ayıran dikenli tellerden son kamyon daha yeni geçmişti ki, Yahudi ve Arap güçleri ateş açtılar. Kudüs için çarpışıyorlardı. Kutsal, kutsanmış Kudüs, bir kez daha kurban kanı akmasını istiyordu.
Şeyh Cerrah Tepesi'nden aşağı inen Arap Lejyonu'na ait bir zırhlı birlik konvoyuna komutanlık eden Teğmen Abdullah Selam, kum rengindeki komutan aracını durdurdu ve İslam için kutsal olan bu şehri görür görmez toprağı öpmek üzere kendini aracından aşağı attı (Selam daha toprağa değmeden ölmüştü).
Arap askerleri Eski Şehir'i ellerinde tutmayı sürdürdü. Surların altından uzanan tarafsız bölgeyi de içeren Birleşmiş Milletler ateşkes hattı, şehri ikiye bölüyordu ve bu durum 19 yıl böyle kalacaktı. Bu süre içinde İsrail Batı Kudüs'te modern bir şehir inşa eder- ken, pastoral köylerin bulunduğu doğu tarafı Ürdün'de kaldı. Ta ki 7 Haziran 1967 tarihine, yani Altı Gün Savaşı'nın üçüncü gününe kadar.
Geçtiğimiz yılın soğuk bir kış gününde, İsrail Savunma Kuvvetleri'nden emekli bir albayla sıcak bir barda oturmuş, geçmişi konuşuyorduk.
“Böyle bir şeyi kim unutabilir ki?” dedi. “Aslanlar Kapısı'na doğru koştuk. İsrail Ordusu'nda her zaman subaylar önde gider. Biz Arap Lejyonu'nun oraya kuvvet yığmış olacağını düşünüyorduk. Bir saat içinde Ağlama Duvarı'ndaydım. Ağladım.”
O gün, 1800 yılı aşkın bir süreden beri ilk kez, bir Yahudi devleti ve bir Yahudi ordusu Kudüs'ün tamamına hâkim oldu. Sayılamayacak kadar çok hamursuz bayramının dualarına, namlular cevap vermişti.
Yorumlar
Yorum Gönder