Ana içeriğe atla

POYRAZIN SEVDALANDIĞI ADA - BOZCAADA

POYRAZIN SEVDALANDIĞI ADA

"Karganın biri, İstanbul'da bir kilisede, haç biçiminde olan ve içinde şaraplı ekmek bulunan bir kaba konmuş. Bir yandan karnını doyururken, bir yandan da kabın içini kirletiyormuş. Onu yakalayan papaz efendi, öfkeyle haykırmış, 'Ne biçim kargasın sen? Müslüman olsan şaraplı ekmek yemezsin, Hristiyan olsan İstavrozun içine etmezsin. Olsa olsa, Bozcaada kargası olmalısın sen!'" Gün batımıyla birlikte Geyikli'den kalkan feribot, Bozcaada'ya doğru yol alırken, Haluk Şahin'in "Bozcaada Kitabı"nda okuduğum, ada Rumlarının kendi aralarında anlattıkları fıkraya gülüyorum. Ege Deniz'inin sessizliğine eşlik eden yolcular, birden hareketli bir müzikle irkiliyorlar. Üç kişilik bir fasıl grubu, adeta bir lokantada masa masa dolaşır gibi, feribottaki arabaların aralarından kıvrılarak ve buldukları açık pencerelere eğilerek, çalıp söylüyor. Ezineli Figan kardeşler bunlar. Ezine' de düğün olmadığında, ekmek paralarını Bozcaada Limanındaki balık lokantalarından çıkarmak için, "karşı"ya geçiyorlar . Meyhane masalarından alıştıkları tezahüratı, yolculardan göremeyince, müzik susuyor... Bozcaada yolcularının bambaşka düşünceleri var; sakin bir tat ilin hayal ini kuranlar, balayına çıkanlar, Bozcaadayı bir kez gördükten sonra, İstanbul'dan tamamıyla kopmaya karar verip bağ evi almaya gidenler, Bayra­miç'in köylerinden gelen bağ işlerinde çalışacak yevmiyeci kadınlar, çocuklarını daha huzurlu bir ortamda büyütmek için yaşamlarını değiştirenler ...


Adanın kahramanı, gözü kara Yakar Kaptan'ı da, bilenler duymayanlara anlatmıştır bile. Yakar Kaptan, limandaki lokantalardan birinin duvarına asılı, 18 yaşındaki fotoğrafına bastonuyla işaret edip, "Kahpe gençlik" diyor, "tam yarım asır... Kimsenin burnu kanamadan, işi bıraktım." Yakar İskelesinden geçip çay bahçesine doğru ilerliyoruz. Yol boyunca, herkes onu selamlıyor, adada bir efsane olduğunu fark etmek zor değil. Nasıl olmasın... Adada ebe, doktor, hastane yokken, gece-­ gündüz, fırtınalar, dev dalgalar demeden, balıkçı motoruyla 365 gün, her başı sıkışanı taşımış karşıya, "Yakamı ısırır, kuvvet alırdım, kıyamet kopar, yine yanaşırdım." İki kez de, azgın denizin ortasında, ellerine doğmuş bebeler. Bir taraftan denizle mücadele ederken, bir taraftan da sancılanan kadını doğurtur, bebeğini, paltosuna sarıp sarmalayan, göbek bağını kesen ilk o olmuş. "Terzi Niko'nun karısıydı biri, 'Bubacağzım' der bana hala . Öbürü Türk'tü. Bak, hemen şurada yorganlara bakan kadını görüyor musun? O, Deniz işte... " Adada bir gün de kalsanız, onu göreceksiniz. Bir çay bahçesinde, feribota giden yolun üzerinde ya da Kabotaj Bayramı kutlamalarında... Bastonuna dayanır ve denizdeymiş gibi, derin derin düşüncelere dalar Yakar Kaptan . Bugün çarşamba, adalıların alışveriş günü. Çamlı İbo'nun Kahvesi, ana baba günü. Balık­çılar, bağcılar, pazarda dolaşmaktan yorgun düşenler, adanın nabzını tutmak isteyen herkes, ağaçların gölgesine yayılmış. Sohbetlerin ana fikri; "Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur." Her masada bir bağ hikayesi, her demli çayda bir bağ derdi var. Adanın kimliği, ka­deri bağlar. Kimi kendi bağının sahibi, kimi başkasınınkine bakıyor, kimi satmış "kurtul­muş" ama hala ahkam kesiyor. İstanbul'dan gelip arsa alan, sonra da bağlarını kurumaya terk edenlere kızıyorlar. Aralarından kaçı, adanın kurtuluşunun bağlarında olduğunu biliyor, emin değilim. Ama kesin olan bir şey varsa, o da, Tenedos parasının üzerinde üzüm salkımının olduğu Antik çağdan ya da İstanbul Balık pazarında, "Bozcaada şarabı geldi" yazılı tabelaların asıldığı, 1940'lı ve 1950'li yıllardan, çok farklı bir dönem yaşıyor ada. Yorgo, sevmez öyle bütün gün kahvede oturmayı. Adada en iyi vakit geçirdiği zaman, çalıştığındadır. Ya denizde olacak ya da bağında. Zaten çocukları Yunanistan' da. Karısı Vasiliki de evi çekip çeviriyor . Süngerci babasından balıkçılık, adalı Rumlardan da bağcılık miras kalmış ona. Deniz deyince efkarlanıyor, "Balıksız deniz olur mu? Sinarit, mercan, karagöz, barbunya, sarpa vardı. Haftada iki gün İzmir'e satmaya giderdik. Geçim iyiydi. Marmara'dan, Karadeniz' den balıkçılar geldi, trollerle balıkları tükettiler." Yorgo'nun balıkçı dostu Nuri lafa giriyor: "Trolcünün tabutunu bile taşımayacaksın... De mi, be Yorgi? "Yorgo komşusu, Rengigül Konuk evinin ve adanın ilk resim galerisinin sahibi, Özcan Ha­nım'la, Rum Mahallesinde, kapı önünde sohbet ediyor. Özcan Hanım, "Yorgo, ben senden daha çok seviyorum adayı" diyor. "Hayır sevemezsin, sen sonradan geldin" diye itiraz ediyor Yorgo. "Severim, severim..." diye durumu kızıştırıyor Özcan Hanım. Gülüşüyorlar... Bu arada gün içinde, defalarca tekrarlanacağı gibi, birkaç yerli turist , kapısında 1876 yazan Rum evinin önünde durup, "Burası hakkında çok şey duyduk, içeriye bakabilir mi­yiz?" diye soruyor. Muhtemelen, adanın en çok çalınan kapısı bu ve Özcan Hanım'ın sihir­li dokunuşu hemen hissediliyor. 30 yıl boyunca, Almanya'da davranış bozukluğu olan çocuklarla çalıştıktan sonra, aklından hiç çıkmayan, Türkiye'ye dönme düşüncesini gerçekleştirmiş ve adaya yerleşmiş. Evin ilk sahibi, çok güzel mandolin çalıp söyleyen, Nisyota adında, bir Rum kadınmış. Evdeki aynalı konsol, Nisyota'nın. Rengigül Konuk evinin duvarları, tutku dolu bir yaşamın özeti. Evin en can alıcı yeri ise, bahçedeki kahvaltı masası. Cennet­ten inme reçeller, çiçekler ve meleklerle bezenmiş, bu 20 kişilik şölen masasında, Özcan Hanım'a göre, "Daha önce hiç tanışmamış insanlar bir araya geliyorlar, sanki birbirlerini hep aramışlar ve bulmak için burayı seçmişler gibi..." Sarı mobiletiyle, Lisa geçiyor soka k­ tan . Ağır bir trafik kazası geçirdiğinde, çekik gözlü olduğundan, "Japon kız düştü!" diye bahsetmiş adalılar ondan. Oysa o, Avustral­ya'da doğmuş, bir Çin-Endonezya melezi. Tek kişilik bir sivil toplum örgütü gibi. "Adapos­ta"yı çıkarıyor. Bazıları, göz ucuyla, kötü Türkçe'sini okuyup "noksan" diye yorum  yapsa da, aldırmıyor. Şiir günleri düzenliyor. Temiz­lik kampanyası için uğraşıyor. Fransa'da ya­nında çalıştığı aşçılardan öğrendiklerini, beş yıllık kafesinde uyguluyor ve ayrıca eşinin li­mandaki restoranı Paşa'yı işletiyor. "Adaya büyük bir emlakçi açıldı, büyük bir dondurma­cı geldi, küçük şeyleri kaybediyoruz. Adanın eski renklerini özlüyorum ve onları yeniden hatırlatmak istiyorum" diyor  Lisa.



Gözünü sevdiğimin poyrazı... Adanın sıkı dostlan, Rumlarla Türkler, omuz omuza yaşarken de, böyle esermiş.. Kargalar, Rum Mahalle­sinden Türk Mahallesi'ne uçar, herkes açık görüşlülükle yaşarmış. Az Rum kaldı adada . En son, 12 yıl önce, İzvingo ailesinin bebeği olmuş. Bir pazar sabahı, yine poyraz, papaz efendinin yeşil kostümünün eteklerini uçuruyor. Kilisede, ayin yapılırken, karısı Stella ona yardım ediyor. Tek tük mum yakmaya gelenler arasında, bir kadın gözyaşı döküyor. Türk lokantalarından hüzünlü bir Rum müziği geliyor. Poyraz bu... Güneş bir taraftan yakarken, o da, bir taraftan bağ bozumuna dek sancılanan üzümleri serinletiyor. Adanın arka sokak­larında oynarken düşen çocuğun, yaralı dizini üflüyor. Yakar Kaptan'ın Rumlarla birlikte okuduğu ve bugün artık otel olan okulun bahçesindeki turistlerin şapkalarını uçuruyor. Balığa çıkan Yorgo'nun, gür saçlarını ve düşünceli yüzünü yalayıp geçiyor... Ada, kendini er zamanki gibi poyrazına kaptırmış, sevildiğini biliyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çomakdağ Düğünleri

Mezara kadar gider, bu altınlar" dedi. Gör­mek, inanmak için yeterliydi. Hatice'nin alnına dizilmiş sarı liraların ışığı, beyaz tenini biraz daha aydınlatmıştı. Yüzüne bakarken, sayısını bilemediğim kadar altın, gözümü alıyordu. Yemenisine iliştirdiği fesleğenin kokusu geldi burnuma. Kırmızı şalvarının üzerine giydiği çi­çekli etekliğin belinden, ipin ucunda, bir anah­tar sarkıyordu. Çomakdağ'ın, tek tük ayakta kalabilmiş, taş evlerinden birine, kendi evine davet etti beni. "Gün olur, sıkıntıya düşen sa­tar altınlarını, yoksa ölünceye dek taşırız. Dü­ğünlerde, bütçesi müsait olan, 10 tane be­şi bir yerde takar. Durumu iyi olmayan da, beş tane... Gelin, kaç altın takarsa taksın, bizim düğünlerimiz dört gün sürer..."  Çomakdağ'ın düğünleri, Milas pazarına gittik­lerinde bile altınlarını takan ve yemenilerine rengarenk çiçekler iliştiren kadınları kadar ün­lü bir başka özelliği de evleri. 1970'Iere kadar, her yeni evlenen çifte, yepyeni bir taş ev

Çin Konumu ve Yüzölçümü

Konumu ve Yüzölçümü Çin Halk Cumhuriyeti, Doğu Yarım- kürede Doğu Asya'da Pasifik Okyanusunun kıyısında yeralmaktadır. Çok geniş topraklarında zengin doğal kaynaklara sahiptir. Çin'in yüzölçümü yaklaşık olarak 9.6 milyon kilometre kare veya dünyanın yüzölçümünün yüzde 6.4'üdür. Sadece Rusya ve Kanada, Çin'den daha büyük yüzölçümüne sahiptir. Çin topraklarının kuzeyden güneye uzunluğu yaklaşık 5,500 kilometredir ve Mohe kasabasının kuzeyindeki Heilong Nehri'nin merkezinden (Enlem 539 30'K) Nansha Adalarının en güney ucundaki Zengmu Resifine (enlem 49K) kadar uzanmaktadır. Kuzeydeki Heilongjiang bölgesi hala karla kaplı iken Güney Çin Denizi'ndeki adalar, yazın tropik sıcağı altında kavrulmak- tadır. Çin topraklarının batıdan doğula uzunluğu, Pamir Dağlarından (boylam 73 40'E) Heilong ve Wusuli nehirlerinin kesişme noktasına (boylam 135905'E) kadar yaklaşık 5,200 kilometredir. Pamir Dağlarında gece hüküm sürerken Wusuli Nehri üzerinde gü

Rusya Kirov Hakkında

Rusya Kirov Rusya Kirov Coğrafik Konumu Kotelnich'in etrafındaki inanılmaz arkeolojik bulguyu başka bir sansasyon izledi. Fileysk mostra üzerinde Kirov şehrinde bir dinozor kalıntısı bulunan geniş bir alan bulundu. İlk kazılar sadece birkaç yıl önce, bilim adamları 50 pareiasaur kemiğini bulduklarında başladı. Daha sonra ortaya çıktığında, hepsi tek bir kişiye aitti. Kirop bölgesinde antik sürüngenlerin başka önemli bir yeri bu şekilde ortaya çıktı. Arkeolojik alanın çalışması yeni başlamışken, bilim adamları diğer değerli eserlerden zengin olduğunu göz ardı etmemektedir. Kirov, düzenli olarak, paleontolojik araştırmalara ayrılmış ilginç sunumlar ve sergilere ev sahipliği yapıyor. Şehrin konukları, yalnızca en değerli arkeolojik buluntulara tanık olmakla kalmayıp aynı zamanda şaşırtıcı tematik fotoğraf ve illüstrasyon koleksiyonlarını tanımak için de bir fırsata sahiptir . Rusya Kirov Yapısı Iskeleti Fileysk ayağı üzerinde bulunan bir pareiasaur'a sıklıkla e
2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13